Kararlarımızı bilinçli mi veririz?

Sabah kalktığınızda yatağınızın yanının sağlam bir zemin olduğuna nasıl karar veriyorsunuz?

Kararlarımızı bilinçli mi veririz?

Kararlarımızı bilinçli mi veririz?

Yani oranın bir uçurum olmadığından nasıl bu kadar eminsiniz de hemen ayağınızı atıyorsunuz? Şöyle düşünelim; sabah yataktan kalktım ve birdenbire gözlerimin düzgün çalıştığından emin olamadım ki bu doğru bir iddiadır. Yani tek bildiğim yatağımın yanı sağlam bir zemin gibi görünsede orası bir uçurum olabilir. Eğer bu olasılıkları ihtimal hesaplarına göre sıralayamazsam asla yataktan kalkamam. Bu durumda da kelimenin tam anlamıyla felç olurum. Bir sonraki adımı nasıl atacağımı hiçbir şekilde bilemem. Gözlerimizin bizi her an yanıltıyor olabileceği aslında gerçekten de doğru olabilecek bir önermedir. Örneğin, bir ilaç ya da madde kullanımı sonucu halüsinasyon görenleri düşünün… Biz şu anda halüsinasyon görmesek de, gözlerimizin bizi yanıltmadığını kanıtlayamayız. Bu kesinlikle doğru ama yataktan kalkmaya karar verdiğimizde, beynimiz biz farkında olmasak da zemini görmemizle birlikte hipotezler geliştirir. Bir hipotez şöyle der; orda gerçekten zemin var ve ben bunu görüyorum. Bir başka hipotezde şöyle der; zemini görmem halüsinasyon aslında orda bir uçurum var. İşte, sabah kalkarken bu hipotezlerden birine diğerlerinden daha çok güvenirsiniz. Bilinç; öylesine derin öylesine zor bir olgu ki tarif etmekte zorlanıyoruz. Bizim niye bilincimiz var bunun cevabını veremiyoruz. Çünkü doğa yasaları henüz bunu ifade etmemize imkan vermiyor. Bilinç dediğimiz zaman hepimizin aklına bir şeyler gelse de aslında tatmin edici bir açıklama yapmak oldukça zor. Bilinç, genel olarak, insanda farkındalığın, duygunun, algının ve bilginin merkezi olarak kabul edilen yetidir. Zihnin kendi içeriklerinin farkında olduğu, içebakış yoluyla bilinen, duyumları, algıları ve anıları ihtiva eden bölümüdür. Tıbbi muayenelerin ilk aşaması hepimizin bildiği gibi hastanın bilinç durumunun kontrolünden geçer. Bazı şeyleri tanımlamak kolayken bazıları ise zordur. Mesela ben size kalem nedir diye sorsam bana ne cevap verirdiniz? Muhtemelen şuna benzer bir cevap alırdım. Kağıda veya bir yüzeye mürekkep uygulayarak, yazı yazmak yada çizim yapmak için kullanılan, sözleri yada düşünceleri aktarma aracıdır. Derdiniz. Peki, mavi rengini hiç görmemiş birine maviyi anlat deseydim… Anlatamazdı değil mi? Çünkü mavi rengini görmemiş ki anlatsın. Mavi rengini gören birisine maviyi anlat deseydim… o da anlatamazdı aslında. Anlatırdı da ancak doğadan ya da nesnelerden örnek verebilirdi. Gökyüzü rengi, denizin rengi gibi… İşte bilinçte böyle bişey. Eğer her birimizin kendi iç dünyasında bir bilinçli yaşantı olmasaydı, asla anlayamayacağımız, kavrayamayacağımız bir şey olurdu. Çünkü bu bir deneyim. Bilinç bir deneyim. Can acısını hiç can acısı çekmemiş birine anlatamazsınız. 1934 yılında Kanadalı Nörolog Wilder Pendfield biraz sonra gireceği bir beyin ameliyatı için son hazırlıklarını tamamlamıştı. Ameliyat başlamadan önce kadın hastasının beynindeki konuşma ve duymadan sorumlu Temporal bölgesine lokal anestezi uyguladı. Lokal anestezi sayesinde hastalar doktorla konuşabiliyorlardı. Doktor, bu beyin bölgesinin niçin bu denli “özel” olabileceği konusunda her geçen gün daha da fazla kafa yormaya başlamıştı. Beyinde temporal kortekse uygulanacak elektriksel bir uyarımı, hastaların geçmişteki sıradan olayları en ince detaylarına kadar yeniden yaşamasını tetikliyordu. Şaşırtıcı gelişme ameliyat esnasında ortaya çıktı. Kadın hasta çocuğunu doğurduğu anı yaşadığını iddia ediyordu. Hem de tüm duygu, acı ve görüntülerle birlikte…

Kararları vermede bilinç ne kadar önemlidir?

Dr.Penfield, bu bulgunun psikiyatri alanında çığır açacağını düşünmüştü. Ne de olsa kişilerin geçmişte yaşadıkları olayların halihazırdaki ruhsal durumlarını nasıl etkileyebileceğine dair fizyolojik bir ipucu elde etmiş olabilirdi. Bu etkiyi yalnızca kendisi araştırabilmek ve işleyişi derinlemesine çözebilmek adına, konuyla ilgili olarak tam 20 yıl boyunca bilim dünyasına tek bir kelime bile etmedi ve bir takım deneyler geliştirdi. Buna göre bazı hastalarının Temporal Lobundaki 16. Ve 19. Kıvrımlarına hafif elektrik akımı uyguladı. Hastaların her biri farklı bir anısını yaşamaya başlıyordu. Mozart’ın müziğini duyan, Seven-Up reklamını gören, ekmek fırınındaki kokuları hisseden hastalar… Ta ki 1954 yılında bir sunumunda, bulgularını kendisi gibi doktor arkadaşlarıyla paylaşmaya karar vermişti. Penfield, konuşmasında temporal kortekste yaratılacak elektriksel bir uyarımın, geçmiş deneyimleri uyardığını ve akan bir nehir gibi bilince taşıdığını anlatmıştı. Hastalar, geçmişlerindeki herhangi bir zaman dilimini tüm detaylarıyla yeniden yaşıyorlardı. Ve bu deneyim, beyne yerleştirilen elektrot geri çekilene kadar sürüyordu. Bu bulgu gerek tıp, gerekse psikoloji dünyasında büyük bir heyecan uyandırdı. Dr. Penfield, hayatımız boyunca bilincimiz yerindeyken yaşadığımız her bir olayın en ince ayrıntılarına kadar sinirsel olarak belleğimize depo edildiğine inanmaya başlamıştı. Çünkü, gerekli beyin uyarımı yapıldığında, değil yalnızca olayları, o olaylar sırasında hissettiğimiz duyguları bile yeniden yaşayabiliyorduk. Öyleyse hiçbir şey unutulmuyordu. Her şey zihnimizde bir yerlerde kayıtlı tutuluyordu. Bu deneyden de anlayacağımız üzere; “Deneyimlediğimizin farkındalığı bizim bilincimizi oluşturur.” Ve bu deneyimler öyle kuvvetli bir şekilde beynimizde kaydoluyor ki, doğru tetiklemelerle o esnada yaşamadığımız bir deneyimin bile acısını hissedebiliyor, farkındalığını yaşayabiliyoruz. Bilinçle ilgili bir örnekte ben vermek istiyorum. Beynimizde bilgi(enformasyon) prosesleri entegre biçimde çalışır. Mesela elime bir iğne batırdığımda, elime bir iğne battığını görüyorum. Bu beynimin arka bölgesiyle ilgili bir bilgi prosesi. Halbuki bunun yanında bir bilgi enformasyonu daha olan can acısı da meydana geldi. Yani beynimizde iki ayrı sistem aynı yere işaret edecek şekilde işlem yapabiliyor. Ve benim hissettiğim acıyı dışarıdan bakan birisi hissedemez. İkimizde iğnenin battığını gördüğümüz halde acıyı hisseden benim. İşte bu aslında bilinçli bir varlık olduğumun, bir zombi, yapay zeka veya bir robot olmadığımın kanıtıdır. Beynin her saniyede algılayabildiği ve işleyebildiği 400 milyar parça bilgi bize dünyada algıladığımızdan daha fazlası olduğunu gösteriyor. Çünkü biz sadece bunların 2 bininin farkındayız. Yine de her an duyularımız yoluyla bir deneyime dalıyor, görüyor, kokluyor, tadıyor ve hissediyoruz. Duyularımızla gerçekliğimizin içine giriyoruz. Demek ki tüm gerçeklik beyinde sürekli var ama biz bunu bütün haline getiremiyoruz. Bilinç kavramını düşündüğümüzde aslında klasik fiziğin anlattığı dünya dışında yaşadığımızın farkına varabiliriz. Kuantum mekaniği ile klasik mekanik, dünyanın nasıl işlediği ve ne olduğumuz hakkında çok farklı iki düşünce biçimi sunuyorlar. Klasik bakış açısına göre bizler birer makineyiz. Ve bir makinede bilinçli deneyime yer yoktur. Makinenin yok olması, bozulması hiç önemli değildir. Dünya böyle bir şey olsaydı insanların davranışı da bir makineye benzerdi. Ama kuantum mekaniği başka bir yol gösteriyor. Dünyayı çalışan bir saat gibi değil de, her parçası birbiriyle bağlantılı uzay ve zamana yayılmış bir organizma olarak sunuyor. Böyle bir ortamda ne düşündüğümüz ve nasıl davrandığımız sadece kendimizi değil dünyayı da çok daha fazla etkiler. Çok temel bir perspektiften ahlak ve etik açısından baktığımızda ise eğer ne düşündüğümüz dünyayı etkiliyorsa, bir dünya görüşü değişikliğinin ne denli önemli olduğunu hayal edebilirsiniz. kuantum

Sadece canlıların mı bilinci var?

Bu görüşü destekleyen önemli bir çalışma Japon yazar Masaru Emoto tarafından ortaya atıldı. Masaru Emoto suyun moleküler yapısı ve bu yapıyı etkileyen şeylere çok büyük ilgi duyuyordu. Elementler arasında etkiye en açık olanın su olduğunu düşünüyordu. Emoto fiziksel olmayan etkinliğe yanıt verebileceği düşüncesiyle suya zihinsel birçok uyarıcılar uyguladı. Ve mikroskopla bunları fotoğrafladı. Farklı su örneği kaplarına sevgi, aşk, minnet, şükran, nefret, kötülük gibi kelimeler söylendi ve üzerlerine yazıldı. Bazılarına ise huzur veren ya da rahatsız edici müzikler dinletildi. Her su örneği 50 ayrı kaba 0.5 cm küp ölçeğinde damlatıldı. Sonra bu 50 kap alınıp, 3 saat boyunca -25 derecede donduruldu. Donmuş örnekler alınıp -5 derecedeki buzdolabına konuldu. İçeride kameralı mikroskop vardı. Burda 50 su damlasının ayrı ayrı fotoğrafı çekildi. Önce içine herhangi bir bilgi koyulmayan damlaların, ardından da bilgi koyulan damlaların fotoğrafları çekildi. Hepsinin öncesi ve sonrası fotoğrafı arasındaki farklar karşılaştırıldı. Sevgi ve şükran suya yansıtılınca en harika kristali oluşturdu. Nefret ve kötülükte ise durum tam tersiydi. Bizim algıladığımız ve bildiğimiz klasik dünyada yüzyıllar önce keşfedilen Newton’un hareket yasaları geçerlidir. Bunlar yerçekimini, hareketi çok güzel açıklar. Mesela bir bilardo topuna vurduğunuzda topun neresine hangi şiddetle vurduğunuza göre nasıl hareket edeceğini anlatması gibi… Ama atom altı dünyaya indiğimizde çok farklı bir yasa devreye girer. Bunlar kuantum yasalarıdır. Ve bu düzeyde parçacıklar aynı anda birden fazla yerde olabilirler. Uzay ve zamana ulaşan dalgalar gibi davranabilirler. Çok uzaklardan birbirleriyle bağlantılı olabilirler. Kuantum dünyası ile klasik dünya arasındaki sınır çizgisi gerçekten gizemlidir. Kuantum dünyasında her şey süper konumda çok sayıda olasılıktadır. Klasik dünyada ise her şey tek yerdedir. Ve bilincin nasıl çalıştığını, neye benzediğini bir nebze olsun açıklamak ancak Kuantum dünyasında mümkündür. Bilinç beyin tarafından yaratılan moleküler ve kimyasal işlemlerin sonucu değildir. O doğada temeldir. Fiziksel seviyede hepimiz ayrıyız. Birbirimizden farklı görünüyoruz. Fakat Kuantum dünyası diyor ki bizim bildiğimiz evrenden çok daha farklı bir evren var. Daha bir asır öncesine kadar atom altı dünya hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyorduk. Ama bugün biliyoruz ki Planck Ölçeği denilen, atom çekirdeğinden 100 milyon trilyon kat daha derin seviyelerde, evrenin temel dokusunun bulunduğu derinliklerde hepimiz ortak bir kaynağa sahibiz. Bu bilimsel olarak kanıtlanmış Birleşik Alandır. Hepimizin kaynağı, yerçekiminin kaynağı, elektromanyetizmanın kaynağı, atom altı parçacıklar olan kuarkların kaynağı, leptonların kaynağı, evrendeki herşey ortak bir kaynağa sahiptir. Bu nedenle mümkün olan herşeye en derin seviyede bakarsak Tek Birleşik Evrensel Gerçekliği keşfederiz. Hepimiz bu denli akıl almaz derin seviyelerde titreşen dalgalarız ve bu seviyede madde yok, parçacık yok. Her şeyin kaynağında tek bir ortak akıl var. Sadece bilincin tekliği, bölünmez bütünlüğü ve doğanın tüm yasalarının olduğu bambaşka bir dünya… İşte bilincin kaynağı burası… İzlediğiniz için teşekkürler.

Kuantum hakkında ilginç bilgiler

Bu kısa video’yu izleyerek Kuantum hakkında detaylı bilgi alabilirsiniz.

Facebook ve Twitter adreslerimizden bizi takip etmeyi unutmayın.

Bu konu ile alakalı soru sormak için hemen tıkla

yorumlarınız Disqus tarafından saklanır.