Dünya'da yaşamın kaynağı nedir?
İçinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisi milyarlarca yıldız ve gezegene ev sahipliği yapıyor.
Kısa Bilgi
Dünya’da yaşamın kaynağı nedir?
Biz de o milyarlarca gezenenin içinde en özel olanın üzerinde yaşıyoruz. Peki bildiğimiz tek yaşama ev sahipliği yapan dünyamız nasıl oluştu? Bu soruya cevap bulmak için zamanda geriye gitmemiz gerekiyor. Hayır hayır, çok daha geriye. 5 milyar yıl önce şu an Güneş Sisteminin olduğu yerde sadece yıldız kalıntılarından oluşan bir toz bulutu vardı. Bu toz bulutunu oluşturan maddeler zamanla çarpışıp birleşmeye başladılar. Demir gibi ağır elementler birleştikçe muazzam büyüklükte bir kütle oluştu. Bu kütle tıpkı dünyamız gibi yerçekimine sahipti. Kütle büyüdükçe oluşturduğu çekim kuvveti de artıyordu ve daha fazla maddeyi çekmesine neden oluyordu. Böylece güneşin çekirdeği oluştu. Çekirdeğin etrafına uyguladığı çekim kuvveti çok büyüktü. Bu çekim kuvveti, en hafif element olan hidrojen atomlarını kendine çektikçe, onların kaynaşıp birleşmelerine neden oldu. Çekirdek hidrojen atomlarını öylesine büyük bir kuvvetle çekiyordu ki, hidrojen atomları birleşip Helyum atomlarını oluşturuyordu. Helyum elementinin adı da Güneş’in antik yunancadaki adı olan Helios kelimesinden gelir. Hidrojen atomlarının birleşerek Helyum atomlarını oluşturduğu tepkimeye füzyon yani kaynaşma adı veriliyor. Bu tepkime sonucunda akılalmaz miktarda enerji açığa çıkar. Hidrojen bombası olarak da bilinen bu tepkime, bir atom bombasından binlerce kat daha fazla enerji oluşmasını sağlar. Merkezde birleşen muazzam kütle sayesinde Güneşimiz doğmuş oldu. Güneş öylesine büyük bir kütleye sahiptir ki Güneş sistemi’nin toplam kütlesinin %99,8’ini oluşturur. Yaklaşık 1 milyon tane dünya, Güneş’in içine sığabilir. Güneş 300 ton ağırlığında olsaydı Dünya’mız sadece 1 kilogram ağırlığında olurdu. Ayrıca güneşin tek faydası bizi ısıtması değildir. Dünyadaki enerjinin tümü güneşten gelir. Bugün enerji kaynağı olarak kullandığımız petrol kömür doğalgaz gibi kaynaklar bile enerjisini güneşten alır. Çünkü Bitkiler güneş ışığı sayesinde fotosentez yapıp enerji üretirler. Bu bitki ve onları yiyen hayvanların kalıntıları milyonlarca yılda fosilleşip petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynakları olan fosil yakıtları oluşturmuşlardır. Güneş, oluşumu sırasında kendine yakın olan gaz haldeki elementleri çekip kendi kütlesine katmıştır. Bu yüzden Güneş’in yakınlarında sadece demir, silikon, oksijen ve magnezyum gibi ağır elementler kalmıştır. Dünya’nın kütlesinin neredeyse tamamını da bu ağır elementler oluşturur. Güneş kendine daha uzak bölgelerdeki gaz halde bulunan elementleri ise kendine çekememiştir.
Güneşe en yakın gezegenlerin özellikleri nelerdir?
Bu yüzden Güneş’e yakın olan 4 gezegen katı maddelerden oluşur ve daha küçüklerdir. Güneş’e daha uzak olan 4 gezegen ise gazlardan oluşur ve büyüktürler. Hatta onlara gaz devleri dendiği de olur. Devasa yıldızımızda bunlar olurken, Güneş’in yörüngesinde dönmekte olan kaya parçaları da birbirleriyle çarpışıp birleşmeye başladılar. Kayalar çarpışıp birleştikçe etraflarındaki diğer maddeleri de çekip kendi kütlelerine dahil ediyorlardı. Bütün gezegenler bu şekilde oluştular. Dünyamız başlarda erimiş metal ve kayalardan oluşan bir ateş topuydu. Her yeri volkanlarla ve lavlarla kaplıydı. Ayrıca güneş sistemindeki göktaşları henüz gezegenler tarafından temizlenmemişti. Bu yüzden dünya’ya her gün binlerce göktaşı çarpıyordu. Bu dönemde dünyanın yüzeyi çok sıcak olduğu için su bulunmuyordu. Ancak sürekli olarak dünyaya çarpan göktaşlarında buz halde su vardı. Buzullarla kaplı olan bu göktaşları dünyanın yüzeyini hem soğuttular hem de yüzeyde sıvı halde su birikmesini sağladılar. Dünyanın en dış katmanı milyonlarca yıl içinde soğudu ve bugün üzerinde yaşadığımız kaya parçaları oluştu. Ancak bu kabuk dünya’nın hacmine göre oldukça ince. Dünyamız bir elma olsaydı üzerinde yaşadığımız kara parçaları elmanın kabuğundan bile çok daha ince olurdu. Yani erimiş metal bir kürenin dışındaki incecik bir kabuğun üstünde yaşıyoruz. Buzullarla kaplı göktaşları diğer gezegenlere de çarptı, ancak onlarda sıvı halde yüzey suları oluşmadı. Çünkü sıcak olanlardaki su buharlaştı, soğuk olanlarda ise su donup katı hale geçti. Ancak bir gezegen hariç Mars. Çünkü Mars yüzeyi sıvı halde su olmasına elverecek kadar ılık. Zaten bilim insanlarının sürekli olarak Mars’ta su aramaları da bu yüzden. Ancak Mars’ın yerçekimi sıvı haldeki suyu tutmaya yeterli olmadığı için suyun buharlaşıp kaçtığı düşünülüyor. Yine de Mars’ın kutup noktalarında gezegeni tamamen suyla kaplamaya yetecek kadar buz halinde suyun bulunduğu tespit edildi. Bu sıralarda dünyamız bir yandan soğumakla uğraşırken başına hiç hesapta olmayan bir şey geldi. Theia adı verilen ve neredeyse Mars kadar büyük olan bir göktaşı dünya’ya çarptı. Çarpmanın etkisiyle dünya’dan irili ufaklı parçalar koptu. Çarpma sonucunda Theia devasa kütlesiyle dünyanın kütlesine katıldı. Kopan parçalar ise zamanla birleşerek Dünyanın etrafında dönmeye başladı ve bugün Ay olarak bildiğimiz gökcismini oluşturdu. Bu yüzden Ay ilginç oluşma şekli sayesinde gezegenine göre en büyük olan uydudur. Peki neden bu 8 gezegenden sadece Dünyamızda yaşam var?
Bir gezegende yaşamın olması için temel 4 şeye ihtiyaç vardır.
Bir enerji kaynağı, yani Güneşimiz. Solunum ve fotosentez için gerekli gazları içeren bir atmosfer. Bitkilerin yetişebilmesi için uygun bir toprak. Ve sıvı halde bulunan su. Yani şu meşhur 4 element olan Ateş, Su, Toprak vee…. -Tahta! -Tahta mı? Tahta tabi zoruna mı gitti? Tahta değil tabii ki. Hava. Yani güneş sistemindeki 9 gezegenden sadece dünyamızda yaşam var çünkü bu 4 ana yaşam elementi sadece dünyamızda bulunuyor. Örneğin Merkür ve Venüs, Güneş’e çok yakın oldukları için yüzeyleri aşırı sıcaktır. Bu yüzden üzerlerinde canlı yaşaması imkansızdır. Ayrıca yüksek sıcaklık nedeniyle gezegenlerdeki su buharlaşmıştır ve yüzeylerinde hiç su yoktur. Ya da Uranüs ve Neptün güneş’e çok uzak oldukları için üzerlerindeki her şey donmuş haldedir. Dünyamız yaşamı desteklemek için sadece sıcak ve nemli bir ortam sağlamakla kalmaz. Bizi güneşin zararlı etkilerinden korur. Dünyamızın çekirdeği çoğunlukla demir gibi erimiş metallerden oluştuğu için onu dev bir mıknatıs gibi düşünebiliriz. Güneş’in enerjisi de nükleer tepkimeler sonucu oluştuğu için güneş etrafına muazzam seviyede radyoaktif parçacık yayar. Bu parçacıkların neredeyse hepsi dünyanın manyetik alanına çarpıp geri dönerler. Manyetik alanı geçmeyi başaran az sayıda parçacık ise atmosferdeki gazlara enerji yükleyerek ışıklar oluşmasına neden olurlar. Yani kutup ışıkları olarak bildiğimiz harika görüntü Güneş’ten gelen radyoaktif parçacıklar sayesinde oluşur. Eğer dünyanın manyetik alanı bu parçacıkları geri püskürtmeseydi yaşam imkansız hale gelirdi. Ayrıca Dünya atmosferi sayesinde göktaşlarını da çarpmadan etkisiz hale getiriyor. Atmosfere saniyede yaklaşık 18 km gibi olağanüstü hızlarla giren göktaşları sürtünme yüzünden yanıp kül hale geliyor ve dünyadaki yaşama zarar veremiyor. Ne kadar kıymetini bilmesek de bu küçük kaya parçası yaşamımız için gerekli olan her şeye sahip. Enerjimizi sağlayan harika bir yıldıza en uygun uzaklıkta bulunuyor. Nefes almamız için gerekli gazları Sıcak ve nemli atmosferinde bulunduruyor ve bizi dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı koruyor. Dünyamız şimdilik yaşayabileceğimiz ve ev diyebileceğimiz tek yer. Her şeyin nedenini merak etmeye devam edin ve tekrar görüşünceye kadar hoşçakalın.
Güneş hakkında ilginç bilgiler
Bu kısa video’yu izleyerek Güneş hakkında detaylı bilgi alabilirsiniz.
Facebook ve Twitter adreslerimizden bizi takip etmeyi unutmayın.
Bu konu ile alakalı soru sormak için hemen tıkla